Atatürk, Ankara’ya geldiği günü anlatıyor
Atatürk, Ankara’ya geldiği günü anlatıyor
Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün dün Ankara’ya gelişinin 106’ncı yıldönümüydü. 16 Mayıs 1919 tarihinde İstanbul’dan ayrılan Mustafa Kemal Paşa, Anadolu’da tam 225 gün geçirdikten sonra Ankara’ya gelmişti. Ünlü tarihçi Prof. Dr. **Hikmet Özdemir’**in Doğan Kitap Yayınları arasında yer alan “Mustafa Kemal’le Anadolu’da Yolculuk” kitabını okurken tam 225 gün hep onunla birlikte oluyorsunuz, onunla yaşıyorsunuz.
20’nci Kolordu Komutanı Ali Fuat Paşa “Heyeti Temsiliye’nin Ankara’da yerleşmesi için yaptığı hazırlıklar tamamlanmıştı. Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşları 22 Aralık’ta Sivas’tan ayrılarak Kayseri - Kırşehir yoluyla 27 Aralık’ta Ankara’ya gelmişlerdi. Uğradıkları her yerde büyük tezahüratla karşılanmışlar ve uğurlanmışlardı. Fakat Ankara’nın gösterdiği hüsnü kabul hepsinin üstünde olmuştu. O günü hatırladığım zaman aynı heyecanı duyarım” demişti.
GAZİ’NİN GÖZLERİ DOLMUŞTU
Ali Fuat Paşa, o tarihi günü ve Ankaralıların Atatürk ve arkadaşlarını karşılamalarını şöyle anlatmıştı:
“Otomobillerimizden inmiş, bulunduğumuz yüksek noktadan Ankara’yı seyretmiştik. Etraf, dağlar karla örtülmüştü. Bizi Ankara şehrine götürecek olan yol, bugünkü Dikmen şosesinin istikametini takip ediyor; beyaz karlı tepelerin üstünden kıvrıla kıvrıla İncesu Vadisine doğru iniyordu. İstikbale (karşılamaya) gelenlerin bir ucu bugün Harp Okulunun bulunduğu tepeden başlıyor; dolaşa dolaşa istasyon civarına iniyor ve oradan kıvrılarak hükümet konağına doğru uzanıyordu.
Karşıcı gelenlerin adedini 30 - 40 bine çıkaranlar olmuştur. O zamanlar Ankara şehrinin nüfusunun 22 bini geçmediği hatırlanırsa bu muazzam kalabalığın etraftan ve uzaklardan geldiği anlaşılır. Milli müfrezelerimizin atlı miktarı da 1000’i geçmişti. İlk defa Ankara’ya gelen Mustafa Kemal Paşa, bu manzara karşısında fevkalâde mütehassıs olmuş, âdeta gözleri dolmuştu.”
SADECE BİR VATANDAŞTIM
7 Mayıs 1924 günü İstanbul’da yayın yaşamına başlayan Cumhuriyet gazetesinin ilk gün nüshası için Yunus Nadi’yle söyleşisinde, 27 Aralık 1919’da Ankara’da karşılanmasını ve yaşamında Ankara’nın ve Ankaralıların önemini anlatmıştı:
“Ankara’ya ilk kabul olunduğum gün, ben sadece bir vatandaş, milletin bir ferdi idim. Hiçbir sıfatım, salahiyetim ve unvanım yoktu. Böyle olmakla beraber, Ankara ve havalisi tamamen çocuklarıyla, kadınlarıyla, ihtiyarlarıyla beraber Ankara şehrinden Dikmen tepesine kadar bütün sahrayı doldurmuş ve beni karşılamıştır. İstasyondan hükümet dairesine kadar uzayan caddenin iki tarafı eski Türk kıyafetine girmiş (Seymenleri kastediyor) bıçakları ve tabancaları ellerinde Ankara gençleriyle dolmuştu. Bu gençler ve onlarla beraber bütün halk: ‘Vatanı ve milleti düşmandan kurtarmak için hepimiz ölmeye hazırız, emrinizi bekliyoruz’ diye bağırıyorlardı.
“O zaman Ankara istasyonu yabancı subay ve askerlerinin işgali altında bulunuyordu. O güne kadar Ankaralıları ölü ve Ankara’yı bir harabe zanneden bu yabancılar, bu ulvi tezahür karşısında ilk endişelerini göstermekten kendilerini alamamışlardır.”
ANKARA CUMHURİYETİ
“Ben Ankara’yı coğrafya kitabından ziyade tarihte öğrendim ve cumhuriyet merkezi olarak öğrendim. Hakikaten Selçuki idaresinin parçalanması üzerine Anadolu’da teşekkül eden küçük hükümetlerin isimlerini okurken birtakım beylikler arasında bir de Ankara Cumhuriyeti’ni görmüştüm. Tarih sayfalarının bana bir cumhuriyet merkezi olarak tanıttığı Ankara’ya ilk defa geldiğim o gün de gördüm ki arada geçen asırlara rağmen Ankara’da hâlâ o cumhuriyet kabiliyeti devam ediyor.
Türkiye’nin hemen bütün bölgelerini gezdiğim ve gördüğüm için hükmettim ki o zaman isimleri cumhuriyet olmayan diğer yerlerin bugünkü halkı da aynı kabiliyetten asla uzak değildir.”
“Beni, Türkiye’ye en münasip (uygun) merkezin Ankara olabileceğini düşünmeye sevk eden ilk vesile çok eskidir ve fennidir. Bu noktaya ait fikirlerim, her İstanbul’da bulunduğum defalar –hayatımın pek az günleri İstanbul’da geçmiştir- uyanmıştır. Bilhassa harbi umumiden sonra girdiğimiz mütareke günlerinde İstanbul sokaklarını dolduran yabancı süngüleri, Boğaziçi’ni karartan düşman zırhlıları bu fikirlerimi fikrisabit haline getirdi ve artık hiçbir şahsa, hiçbir fikre ve hiçbir programa zerre kadar iltifat etmeksizin bu boğucu havadan çıkmak hususundaki cihanca malum kararımı verdim.”
İSTANBUL HALKI İÇİN AĞLADIM
“Beni İstanbul’dan Samsun’a götüren vapur, Boğaziçi’ni terk ederek Karadeniz’e girerken İstanbul ufuklarına baktım ve orada her türlü müdafaadan men edilmiş, kalp ve vicdanları kan ağlayan, dimağları yanan İstanbul halkı için ağladım; gözlerim yaşardı. Fakat bu sevgili kardeşlerin mutlaka kurtulacağına o kadar emindim ki bu emniyet benim için avunma sebebi oldu.
“Bundan sonraki teşebbüsler ve vakalar (olaylar) hemen hepinizce, bütün milletçe malum olmuştur zannediyorum. Bununla beraber, İstanbul’u terk ettiğim günden önceki vaziyetler ayrı bir safha olmak üzere, o günden bugüne kadar cereyan eden vakaların kaydedilmiş ve saklı olan belgelerini tasnif etmek suretiyle hatıratımı yazmak niyetindeyim. Bunu yapmayı gelecek nesil için, Türk Cumhuriyeti Tarihi için bir vazife de görüyorum.
Bilirsiniz ki, herhangi bir tarihi elinize aldığınız zaman onun hakikate uygun olup olmadığına emniyet için dayandığı kaynaklar ve belgeler araştırılır. Bizim şimdiye kadar doğru bir milli tarihe sahip olmayışımızın sebebi, tarihlerimizin, hakiki okuyucuların belgelere dayanmaktan ziyade, ya birtakım dalkavukların veya birtakım bencillerin hakikat ve mantıktan uzak sözlerinden başka kaynak bulamamak bedbahtlığıdır.”