İzmir için bir vizyon: Türkiye’nin geleceğe açılan kapısı
Dünya hızla değişiyor, küresel düzen çökerken şehirler öne çıkıyor. İzmir, ekonomik gücü, yeşil enerji potansiyeli ve özgün kimliğiyle Türkiye’yi geleceğe taşıyacak küresel çekim merkezi olmaya aday.
Dünya hızla değişiyor, küresel düzen çökerken şehirler öne çıkıyor. İzmir, ekonomik gücü, yeşil enerji potansiyeli ve özgün kimliğiyle Türkiye’yi geleceğe taşıyacak küresel çekim merkezi olmaya aday.
Dünya tarihinin hızlandığı bir dönemden geçiyoruz. Pandemiyle başlayan sarsıntı, Ukrayna savaşıyla Avrupa güvenlik mimarisinin çöküşü, Gazze’den Tayvan’a kadar derinleşen jeopolitik fay hatları, ABD’nin içe kapanması, Çin’in kontrollü yükselişi ve iklim krizinin tetiklediği ekonomik kırılmalar…
Tüm bu gelişmeler bize yalnızca şunu söylüyor: Eski küresel düzen çoktan çöktü; yenisi ise hâlâ kurulamadı.
Bir zamanlar “herkesin kazandığı” küreselleşme, yerini artık “ayakta kalma mücadelesi” verilen, daha kırılgan ve parçalı bir düzene bırakıyor. Ve bu yeni tabloda yalnızca devletler değil, şehirler de ön plana çıkıyor.
Barselona, Dubai, Singapur, Miami, Marakeş, Lizbon, Paris… Kendi ülkelerinin ötesinde marka değeri yaratarak yatırım, yetenek ve girişim çeken küresel merkezlere dönüştüler.
Türkiye’de bu rolü üstlenmeye en uygun şehir ise kuşkusuz İzmir’dir.
İzmir’in ekonomik ve demografik gücü
Türkiye’nin üçüncü büyük kenti olan İzmir, 4,5 milyonluk nüfusuyla ülke toplamının yüzde 5,2’sini oluşturuyor. Ege’nin nüfusunun ise yüzde 40’tan fazlasını barındırıyor.
Ekonomik açıdan bakıldığında İzmir, 30 milyar doları aşan ihracatıyla Türkiye’nin en büyük üçüncü ihracatçı ili. Bu rakam birçok Avrupa ülkesinin toplam ihracatından fazla.
Şehir sınırları içinde iki güçlü serbest bölge (ESBAŞ ve İzmir Serbest Bölgesi) faaliyet gösteriyor. Üniversitelerle işbirliği içinde çalışan teknoparklar, yüksek katma değerli üretim ve Ar-Ge’de İzmir’i ön plana çıkarıyor.
Bu kapasite, İzmir’i yalnızca Türkiye’nin değil, Akdeniz’in geleceğin teknoloji ve inovasyon üssü haline getirebilir.
Benim için İzmir yalnızca rakamlarla ölçülecek bir kent değil. Uzun yıllardır yurtdışında diplomat, yatırımcı, iş insanı olarak yaşasam da kalbim hep Ege’de kaldı. Çeşme’de, Karaburun’da, Urla’da evlerim var. Nerede olursam olayım, İzmir’in rüzgârı ve deniz kokusu bana bambaşka bir güç verir. İzmir işte tam da bu aidiyet duygusuyla, bir şehri istatistik olmaktan çıkarıp hayatın merkezine dönüştürür.
Yeşil enerjinin başkenti
İzmir’in geleceğini belirleyecek en kritik alanlardan biri enerjidir.
Bugün Türkiye’nin toplam kurulu rüzgâr kapasitesinin yüzde 20’sinden fazlası İzmir’de. Çeşme, Bergama, Aliağa ve Karaburun’da yükselen türbinler yalnızca Ege’nin değil, Türkiye’nin de enerji dönüşümünün simgeleri haline geldi.
Güneş ve jeotermal potansiyeli de bölgeyi benzersiz kılıyor. Alaşehir’den Aydın’a uzanan jeotermal kuşağı, Manisa ve Denizli’nin güneş kapasitesi, İzmir’in sanayi hinterlandıyla birleştiğinde ortaya düşük karbonlu bir enerji havzası çıkıyor.
Ama mesele yalnızca üretim kapasitesi değil. Bu kaynakların yeşil hidrojen, batarya, akıllı şebekeler ve enerji depolama teknolojileriyle buluşturulması gerekiyor. İzmir bu konuda öncü olabilir.