Bir akademisyenin hayatına yön veren ve onu biçimlendiren sayısız kitap arasından yalnızca beşini nasıl seçmeli? Bu işe giriştiğimde, seçtiğim kitapların iki ortak özelliğe sahip olduğunu fark ettim. İlk olarak bunlar farklı nedenlerle yeniden ve yeniden başvurduğum metinlerdi. Başlangıçta belirli bir…
Bir akademisyenin hayatına yön veren ve onu biçimlendiren sayısız kitap arasından yalnızca beşini nasıl seçmeli? Bu işe giriştiğimde, seçtiğim kitapların iki ortak özelliğe sahip olduğunu fark ettim. İlk olarak bunlar farklı nedenlerle yeniden ve yeniden başvurduğum metinlerdi. Başlangıçta belirli bir biçimde okuyup anlamıştım ancak daha sonra, yeni bir araştırma bağlamında, yarı hatırladığım bir fikri yeniden keşfetmek için bu kitaplara geri döndüm. İkinci olarak bu kitaplar kendi türlerinin örnek niteliğindeki temsilcileriydi, benzerleri arasından kaçınılmaz biçimde öne çıkmışlardı.
Collingwood'un An Autobiography (1939) ve ayrıca The Idea of History (1946) adlı eserlerini okumam üzerimde çok güçlü bir etki bıraktı çünkü bundan çok daha önce, etkilenmeye fazlasıyal açık bir yaşta A. J. Ayer'in Language, Truth and Logic (1936) adlı kitabını okumuş ve kariyerime Peter Haggett'in (1965) etkisiyle, coğrafya ve arkeolojideki niceliksel ve istatiksel devrimlerden -özellikle de David Clarke'ın Analytical Archaeologhy (1968) adlı eserinden- etkilenerek başlamıştım.
Collingwood, Hempel'in yöntemsel birlik ve nomolojik açıklama anlayışına yönelttiği eleştirilerle benim için bir tür rehber figürü hâline geldi; özellikle de bu yaklaşımın süreçsel arkeolojinin erken dönemlerinde böylesine güçlü biçimde benimsenmiş olması düşünüldüğünde. Collingwood'u hiçbir zaman basit anlamda bir idealist olarak görmedim; onu daha çok, eylemin doğasını ve tarihsel bağlam içindeki yerinin anlamaya çalışan biri olarak okudum.
Tüm Reklamları Kapat
Onun eylemi bağlama özgü bir olgu olarak ele alması -içinde bulunduğunuz durumu en iyi şekilde idare edebilmek için elinizden geldiğince bir yöntem geliştirme meselesi - etnoarkeolojik araştırmamda, eylem halindeki maddi kültürün sonuçlarını açıklamak için en uygun yaklaşım olarak görünüyordu. Ayrıca bu yaklaşım, çağdaş toplumsal pratik teorilerine de bir köprü sağlıyordu.
Daha sonra, Collingwood'dan etkilenmiş olan Gadamer'i okurken arkeolojik yöntemi hermenötik bir çerçevede tanımlama çabamın bir parçası olarak Collingwood'a yeniden döndüm. Bence arkeolojik kazı süreci, en iyi hermenötik terimlerlerle açıklanabilirdi.
Kazıya her zaman hayli fazla vakit ayırdım; sessiz kalıntıların ardındaki anlamı çözme süreci beni büyülemiştir. Bana göre Collingwood, kendi kazılarında bazı hatalar yapmış olsa bile, kazı yaparken gerçekte ne olduğunu felsefi bir dikkatle ve derin bir düşünceyle irdeleyen tek kişiydi.
Onun, topraktaki izlerin açığa çıkarılma sürecine ve “bu bir savunma hendeğidir” gibi basit bir ifadenin ardındaki anlamlara dair betimlemeleri hem güçlü bir sağduyuya sahipti hem de kuramsal açıdan aydınlatıcıydı. Malayı toprağın üzerinde hareket ettirme sürecinin entelektüel bir inceleme konusu olabileceğini -hatta felsefi bir etkinlik olarak tanımlanabileceğini- fark etmek, benim için hem aydınlatıcı hem de rahatlatıcıydı.
Ben de bu arkeolojik sürecin keşfini ve “malanın etrafındaki yorumlama” tartışmalarını örnek almaya çalıştım; gerçi bunu benden çok daha iyi yapanlar da oldu. Öte yandan, Collingwood’a hem bir filozof hem de Roma Britanyası arkeolojisinde uzmanlaşmış bir araştırmacı olması nedeniyle hayrandım. Onun örneği, bir arkeoloğun daha geniş tartışmalara katılmayı ve çağdaş entelektüel yaşamın bir parçası olmayı hedefleyebileceğini gösterdi.
İkinci kitabım, Gordon Childe’ın Man Makes Himself adlı eseriydi. Benim için arkeoloji tarihinin en büyük, anıtsal figürü Childe’di. Yine de o, nedense aynı zamanda samimi bir figürdü çünkü öğrenciyken Londra Arkeoloji Enstitüsünde her gün bronz büstünün yanından geçiyordum. Enstitünün entelektüel yaşamı onun gölgesinin altında şekilleniyordu ve ben o günlerde kültüre dair fikirlerine derinlemesine daldım. The Dawn of European Civilization adlı kitabının en güncel baskılarını okudum ve Childe’ın arkeolojiye yaptığı katkıyı oluşturan kültürel değişim ve yayılmanın karmaşık detaylarını sevmeye başladım.
Tarihöncesi Avrupa üzerine yaptığı sentez, kapsamı ve bilimsel derinliğiyle hâlâ nefes kesicidir. Sanırım kısmen onun etkisi, beni The Domestication of Europe adlı eserimde, tarımın Avrupa’ya yayılmasıyla bağlantılı fikir ve uygulamaların yayılımına dair küçük bir sentez denemesi yapmaya yönlendirdi.
Beni en çok etkileyen, onun kuramsal ve yorumlayıcı çalışmalarını okuduğum andı, bunların arasında Social Worlds of Knowledge üzerine geç dönem yazıları ve ölümünden sonra yayımlanan Retrospect de vardı. Man Makes Himself üzerimde silinmez bir etki bıraktı ve sık sık ona geri döndüm. Üslubu etkileyiciydi: net ve görünüşte sade ama bir o kadar güçlüydü.
Evrim Ağacı'ndan Mesaj
Evrim Ağacı'nın çalışmalarına Kreosus, Patreon veya YouTube üzerinden maddi destekte bulunarak hem Türkiye'de bilim anlatıcılığının gelişmesine katkı sağlayabilirsiniz, hem de site ve uygulamamızı reklamsız olarak deneyimleyebilirsiniz. Reklamsız deneyim, sitemizin/uygulamamızın çeşitli kısımlarda gösterilen Google reklamlarını ve destek çağrılarını görmediğiniz, %100 reklamsız ve çok daha temiz bir site deneyimi sunmaktadır.
Kreosus
Kreosus'ta her 50₺'lik destek, 1 aylık reklamsız deneyime karşılık geliyor. Bu sayede, tek seferlik destekçilerimiz de, aylık destekçilerimiz de toplam destekleriyle doğru orantılı bir süre boyunca reklamsız deneyim elde edebiliyorlar.
Kreosus destekçilerimizin reklamsız deneyimi, destek olmaya başladıkları anda devreye girmektedir ve ek bir işleme gerek yoktur.
Patreon
Patreon destekçilerimiz, destek miktarından bağımsız olarak, Evrim Ağacı'na destek oldukları süre boyunca reklamsız deneyime erişmeyi sürdürebiliyorlar.
Patreon destekçilerimizin Patreon ile ilişkili e-posta hesapları, Evrim Ağacı'ndaki üyelik e-postaları ile birebir aynı olmalıdır. Patreon destekçilerimizin reklamsız deneyiminin devreye girmesi 24 saat alabilmektedir.
YouTube
YouTube destekçilerimizin hepsi otomatik olarak reklamsız deneyime şimdilik erişemiyorlar ve şu anda, YouTube üzerinden her destek seviyesine reklamsız deneyim ayrıcalığını sunamamaktayız. YouTube Destek Sistemi üzerinde sunulan farklı seviyelerin açıklamalarını okuyarak, hangi ayrıcalıklara erişebileceğinizi öğrenebilirsiniz.
Eğer seçtiğiniz seviye reklamsız deneyim ayrıcalığı sunuyorsa, destek olduktan sonra YouTube tarafından gösterilecek olan bağlantıdaki formu doldurarak reklamsız deneyime erişebilirsiniz. YouTube destekçilerimizin reklamsız deneyiminin devreye girmesi, formu doldurduktan sonra 24-72 saat alabilmektedir.
Diğer Platformlar
Bu 3 platform haricinde destek olan destekçilerimize ne yazık ki reklamsız deneyim ayrıcalığını sunamamaktayız. Destekleriniz sayesinde sistemlerimizi geliştirmeyi sürdürüyoruz ve umuyoruz bu ayrıcalıkları zamanla genişletebileceğiz.
Giriş yapmayı unutmayın!
Reklamsız deneyim için, maddi desteğiniz ile ilişkilendirilmiş olan Evrim Ağacı hesabınıza üye girişi yapmanız gerekmektedir. Giriş yapmadığınız takdirde reklamları görmeye devam edeceksinizdir.
Mesele sadece onun geniş bir okuyucu kitlesi için inanılmaz derecede popüler bir kitap yazmayı başarmış olması değildi, aynı zamanda toplumsal öfkesini arkeoloji aracılığıyla ifade edebilmiş olmasıydı. Açık, net ve özlü bir dille çocuk işçiliğine, gecekondulara, baskıya, faşizme ve zehirli gaz kullanımına şiddetle karşı çıkıyordu. O, arkeolojiyi uzun süreli tarih ile haksızlıkları ve bunları doğuran sistemleri inceleyen bir alan olarak görüyordu.
Childe argümanlarını, geçmişteki sosyal eşitsizlikler üzerine derinlemesine düşünülmüş maddi pratikler ve bu pratiklerin insan deneyimini nasıl dönüştürdüğü üzerine inşa etmiştir. Neolitik Devrim, evcilleştirilmiş bitki ve hayvanlarla uğraşmanın günlük yaşam üzerindeki etkileri, bunun sonucunda ortaya çıkan artı değer ve bunun yarattığı toplumsal etkiler bağlamında tanımlanır. Çömlekçilik teknolojisinin ortaya çıkışı, insan düşüncesi ve bilimin gelişimi açısından büyük öneme sahiptir. Entangled kitabını yazarken kendimi tekrar bu kitaba başvururken buldum.
Childe’ın izinde, insanları ve şeyleri birbirlerini eş zamanlı olarak üreten varlıklar olarak tanımladım ve sonuç olarak Kendini Yaratan Adam ortaya çıktı. Bir kitap için ne harika bir başlık! (ya da modern bir ifadeyle, Kendini Yaratan İnsan) Keşke Childe bu başlığı daha önce kullanmamış olsaydı.
Bana göre Childe büyük ölçüde Collingwood’u yanlış anlamıştı, kuşkusuz ikisi birbirinden çok farklı düşünürdü ve bakış açılarını uzlaştırmak önemli bir zorluktu. İlginç olan, bu konuda bana Paul Willis’in Learning to Labor: How Working Class Kids Get Working Class Jobs adlı eseri gibi çok farklı bir kaynaktan yardım gelmesiydi; ki bu benim üçüncü tercihimdir. Kitap, 1970’lerde İngiltere’nin Batı Midlands bölgesindeki bir okulda son iki yılını geçiren on iki çocuğu -yani “gençleri”- incelemiştir. Willis, bu genç çocukların yaşamlarını hangi yöne yönlendirecek kararları alırkenki düşünce süreçlerine nüfuz etmeyi başardı.
Kitabın sonunda, Willis samimi bir şekilde çocuklardan geri bildirimler de ekler; bunlardan biri şöyle der: “Sanırım sonunda senden hoşlanmamaya başladık… Doğrusu senden biraz bıkmıştım." Çocuklar yaratıcı, asi, düşünceli, kavgacı ve aldıkları kararların farkında, kendilerini iyi ifade edebilen ve espriliydiler. Şüphesiz güçlü ve yetkin aktörlerdi. Yine de kendi işçi sınıfı kimliklerini yeniden üreten kararlar aldılar. Kendi bağımlılıklarını yeniden ürettiler. Kurulu düzene karşı tepki gösterirken okulda başarılı olmamak, vakitlerini pub’da geçirmek gibi kendilerine mantıklı gelen ama kendi varoluş koşullarının yeniden üretilmesini garanti eden seçimler yaptılar.
Willis’in kitabını ilk okuduğumda onu, o dönemde arkeolojide çok etkili olan Bourdieu ve Giddens’ın çalışmalarındaki fikirleri örneklendiren bir eyleyicilik eseri olarak gördüm. Daha sonra kitabı tekrar okuduğumda, erkek çocuklarının ne kadar az seçeneğe sahip olduklarını ve yaşamlarının iç içe geçmiş pratik seçimleri arasında nasıl sıkışıp kaldıklarını, adeta kapana kısıldıklarını gösterdiğini fark ettim. Bu kitap aynı zamanda benim “uyumluluk” (İng: "fittingness") konusundaki düşüncelerimi de şekillendirdi; bu kavram, insan kültüründen söz etmenin neo-Darwinci bir “uygunluk” (İng: "fitness") anlayışından daha iyi bir yolu gibi görünüyordu.
Tüm Reklamları Kapat
Willis, inşaat işçiliğinden fırın işçiliğine veya derin deniz balıkçılığına kadar uzanan pek çok mesleğin; güç, erkeklik ve itibarla ilgili kültürel anlayışlarla örtüşen son derece zorlu fiziksel görevler içerdiğini ortaya koymuştur. Birmingham’daki Çağdaş Kültürel Çalışmalar Merkezi’nin bir üyesi olarak Willis, elbette kültürün üretimiyle ilgileniyordu; kültürel pratikleri eleştirel bir materyalizm temelinde konumlandırması, Childe’ın düşünceleriyle yoğrulmuş bir arkeolog için anlamlıydı. Toplumdaki baskı biçimleri ile bunlara eşlik eden anlam ve duygu söylemlerinin içsel olarak birbirinden ayrılmaz olduğunu göstermesi, kitabın en çarpıcı yanlarından biriydi.
Dolanıklığın bileşenleri hakkındaki argümanlarım, dördüncü tercihim olan Sidney Mintz’in etkileyici eseri Sweetness and Power tarafından doğrudan etkilenmiştir. Bu kadar geniş kapsamlı bir akademik çalışma, gündelik hayatta kendiliğinden kabullendiğimiz olgulara bakış açımızı dönüştürme gücüne sahiptir. Bir fincan çay içmek veya bir dilim kek yemek gibi bireysel ve yalıtılmış eylemler, bir anda katmanlı hâle gelir; uzak köşelere bağlanır ve insanlar ile nesnelerden oluşan küresel bir ağın içine dahil olur.
Avrupa’da bir fincan çay, Hindistan’daki plantasyonlardan gelen çayı, Karayipler’den gelen şekerle karıştırır ve bunu yaparken gemiler, köleler, şeker kamışı, kaynatma evleri, değirmenler, bankerler, rafinörler, bakkallar ve devlet denetçileri gibi küresel bir çeşitliliği bir araya getirir. Actor-Network Theory ile paralellikler açık olsa da Mintz (Childe’ı okumuş biri olarak) şeker ticaretindeki eşitsizlikleri ve asimetrileri ortaya koyan katı tarihsel ve teknolojik bir bakış açısına sahiptir.
Tüm Reklamları Kapat
İngiltere’deki fabrikalarda, on dakikalık molalarda tüketilen şeker açısından zengin yiyecekler, daha fazla emeğin ortaya çıkmasını mümkün kıldı. Daha genel olarak Avrupa’daki endüstriyel emeğin örgütlenmesi, Karayip şeker fabrikalarından türetilmiş olarak görülebilir. Childe ve Willis gibi, Mintz de kültürün nasıl üretildiği ve maddi ile bedensel uygulamalar içinde nasıl yankı bulduğuyla ilgilenir. Şekerin muhtemelen evrensel bir tatlılık arzusunu tatmin ettiğini öne sürer, ancak “bunu yaparken, o arzuyu yeniden uyandırıyor"gibi de görünmektedir. Bal şarabı (İng: "mead") ve şekerli şarap tüketimlerinden de görüldüğü gibi İngilizler Karayiplerden şeker gelmeden önce de tatlıya düşkündü. Şeker daha kolay bulunur hâle geldikçe Britanyalılar onu çay, kahve, çikolata, puding, reçel ve keklere eklemeye başladılar. Bu ürünler, öğleden sonra içilen beş çayı gibi sosyal alışkanlıkları değiştirdi ve sonunda rafine şeker, modernliğin ve sanayileşmenin bir simgesi hâline geldi.
Sweetness and Power, insanlar ve nesneler arasındaki dolanıklığın harika bir örneğidir. Küçük bir küp şeker veya bir fincan çayın bile, (Heidegger’in terimleriyle ifade etmek gerekirse) insanlar ve nesnelerden oluşan devasa imparatorlukları nasıl bir araya getirdiğini gösterir. Bu bağlamda Annales ekolü uzun süre ilgimi çekmiştir ve bu nedenle beşinci kitabım olarak Emmanuel Le Roy Ladurie’nin Montaillou adlı eserini seçtim.
Belki de tüm arkeologlar, "neredeyse orada olabilmek", geçmişe dokunabilmek ve derin zamanlarda günlük yaşamın nasıl bir şey olduğunu gerçekten hissedebilmek için geçmiş yaşam biçimlerini öylesine ayrıntılı bir şekilde yeniden kurgulamalarına olanak tanıyacak bir kazı alanı bulmayı hayal ederler. Montaillou bir arkeoloji çalışması değildir ancak Orta Çağ dünyasına dair en dikkat çekici içgörüyü sunar. Pireneler’deki bir Fransız köyünün 1294-1324 yılları arasındaki sakinlerinin yaşamlarını anlatır ve engizisyon sırasında yapılan sorgulamaların yazılı kayıtlarına dayanır. Kitap, olayları Annales geleneğindeki uzun vadeli yapılarla ilişkilendirerek anlatırken, Le Roy Ladurie aynı zamanda Bourdieu’ya da atıfta bulunur ve eser, uygulama ve eylem (pratik ve ajans) anlayışına katkıda bulunur.
Benim için ayrıca Norbert Elias’ın History of Manners adlı eseri de çağrıştırdı çünkü hem Elias’ın örneğinde tükürme hem de Le Roy Ladurie’nin örneğinde bitlerden arınma gibi küçük ölçekli bedensel uygulamaların büyük ölçekli etkilerin bir parçası olabileceğini gösteriyordu. Montaillou’dan, “domus” kavramını yalnızca bir evde yaşayan insan topluluğu olarak değil; ekonomik, sosyal, dini ve kimliksel işlevlerin birbirine bağlı bir bütünü olarak görme fikrini edindim. Orta Çağ Pireneleri’nde, domus, ölü bir ataya dayanan haklara sahip bir ahlaki varlık olarak kabul edilirdi.
Eleştirmenlerin hayranlığını kazanan bu uluslararası çok satan kitapta, matematik dehası Petros Papachristos’un ömrünün büyük bir kısmını matematik alanında karşılaşılmış en büyük zorluklardan birine, Goldbach Sanısı’na adadığını göreceksiniz. Kolay görünen bu aldatıcı sanıya göre; 2’den büyük her çift sayı, iki asal sayının toplamına eşittir. Bu sanıyı ispatlama amacıyla yanıp tutuşan matematikçinin hayatta başka bir amacı kalmamıştır.
Zaman içinde, genç ve azimli yeğeni dışında ailesindeki herkes ona sırtını dönmüştür. Hikâyenin kahraman anlatıcısı olan bu genç adam; aralarında G.H. Hardy, Hint dehası Srinivasa Ramanujan ve genç bir Kurt Gödel bulunan muhteşem tarihi kişilikler eşliğinde Petros Amca’nın sırlarla dolu çarpıcı geçmişini aydınlığa kavuşturmayı amaçlamaktadır. Bu sırada birbirini tanımaya başlayan amca ile yeğen arasında bir bağ kurulur. Bunun sonucunda kendilerini, akıl sağlıklarını tehlikeye atabilecek türden matematiksel bir takıntının pençesinde bulurlar.
“Merak uyandırıcı bir ilk eser… Doxiadis, iki zorlayıcı karakterin gelişimine odaklanırken okurun ilgisini asla kaybetmiyor. Gerçekten sürükleyici.”
– Publishers Weekly
“Büyük aşklar genellikle yalnızlıktan doğar.’ Anlatıcı, amcasının sayılarla olan ilişkisini böyle yorumluyor. Petros, Goldbach Sanısı’na tam anlamıyla ömrünü vermiş.” Sophie Ratcliffe
– The Times
“Bir matematikçinin, çözülmesi çok zor bir problemi çözmeye uğraşırken, kendi kendine nasıl zihinsel bir tuzak hazırladığını harikulade bir şekilde sergiliyor.”
– John Nash, 1994, Akıl Oyunları filminin konu edindiği Nobel ödüllü matematikçi-
“İki yüzyıl boyunca çözülememiş matematiksel bir sanı; bu sanıyı çözmek uğruna kendi kendini yiyip bitiren matematik dehası bir amca; matematiğe ilgi duyan bir yeğenle kurduğu tuhaf ilişki ve keskin bir sosyal gözlemleme… Bütün bunlar, çok eğlenceli, dokunaklı, büyüleyici ve kanımca karşı konulamaz olan Petros Amca’da bir araya geliyor.”
– Oliver Sacks
Neolitik Dönem'de de ev benzer bir rol oynuyordu. İş birliği yapan bireylerden oluşan bir evden çok daha fazlası olan Neolitik domus, ekonomik, sosyal ve dini boyutlara sahipti; ayrıca insanlar evcil bitki ve hayvanları benimsedikçe insan ilişkilerini evcilleştiren bir mekanizma ve metafor olarak da işlev görüyordu. Daha sonra, Le Roy Ladurie’nin Montaillou’daki anlatımı, merkezi Türkiye’deki Neolitik yerleşim Çatalhöyük’te kazılara başladığımda ulaşmayı hedeflediğim bir ideal hâline geldi.
Çatalhöyük, 2.000 yıllık yerleşim süresi boyunca neredeyse aylık olayları kaydeden birden çok mikro tabakaya sahip olması bakımından olağanüstü iyi korunmuştur. Bu işe başlamış durumdayım ancak 9.000 yıl önceki günlük yaşam pratiklerini en küçük adli izlerden yola çıkarak bir araya getiren geniş uluslararası bir araştırma ekibinin sonuçlarını birleştirme konusunda kat edilecek uzun bir yol var. Yine de Neolitik bir Montaillou’nun gerçekleştirilebileceğine hâlâ ikna olmuş durumdayım ancak bu, bir tarihçinin ulaşabileceğinden oldukça farklı ve hatta daha kapsamlı biçimde olabilir.
Bunun yanı sıra, Le Roy Ladurie’nin yazım tarzı da dikkate değerdir. Teorik tartışmayı ayırıp soyutlamak yerine, kitabı teorik tartışmayı köyün sakinlerinin günlük yaşamlarının ayrıntılı anlatımlarına entegre eder. Zaman ve geçicilik kavramları, mekân ve yer anlayışları da ele alınır, ancak bunlar günlük yaşamın detaylı anlatımları içinde sorunsuz bir biçimde işlenir. Eğer bir gün Montaillou benzeri bir Çatalhöyük yazacak olursam, ulaşmayı hedefleyeceğim şey budur.