Osmanlı Gerçekten Geri mi Kaldı?
Osmanlı İmparatorluğu söz konusu olduğunda sıkça duyduğumuz bir ifade vardır: “Gerileme Dönemi.” Bu kavram hem akademik çevrelerde hem de okul kitaplarında kuşaktan kuşağa aktarılmış bir anlatının temelini oluşturur. Ancak bugün, tarihçiler arasında bu anlatı giderek daha fazla sorgulanıyor. Gerçekten…
Osmanlı İmparatorluğu söz konusu olduğunda sıkça duyduğumuz bir ifade vardır: “Gerileme Dönemi.” Bu kavram hem akademik çevrelerde hem de okul kitaplarında kuşaktan kuşağa aktarılmış bir anlatının temelini oluşturur. Ancak bugün, tarihçiler arasında bu anlatı giderek daha fazla sorgulanıyor. Gerçekten bir “gerileme” mi yaşandı yoksa Osmanlı sadece değişen dünya düzenine farklı biçimde mi uyum sağladı?
17. yüzyıl, bu tartışmanın merkezinde yer alıyor. Askerî teknolojideki yenilikler, Avrupa’daki “askerî devrim” iddiaları ve Osmanlı’daki ekonomik dönüşüm… Tüm bunlar “makasın” nerede açıldığını anlamak için ipuçları sunuyor.
Gerileme Paradigması: Bir Efsanenin İzinde
Geleneksel tarih anlayışına göre Osmanlı, Kanuni Sultan Süleyman döneminde zirveye ulaştıktan sonra adım adım çökmeye başladı. 17. yüzyıl yazarları -örneğin Koçi Bey, Kâtip Çelebi, Defterdar Sarı Mehmed Paşa- bu değişimi bir “bozulma” olarak gördüler. Devletin altın çağdan saparak “kanun-i kadim”den uzaklaştığını, liyakatin yerini rüşvetin aldığını ve padişahların artık “kılıç ehli” olmadığını söylediler.
Tüm Reklamları Kapat
Bu bakış, İbn Haldun’un “devletler canlı organizmalar gibi doğar, büyür, ölür” görüşüyle birleşince Osmanlı tarihine karamsar bir çerçeve çizdi. Ancak bu anlatı, bugünün tarihçileri için fazla tek boyutlu. Çünkü 17. yüzyıl Osmanlısı sadece çözülmekte olan bir yapı değil, aynı zamanda yeniden şekillenen bir devletti.
Revizyonist Tarihçiler: “Gerileme” Değil, “Dönüşüm”
1950’lerden itibaren ortaya çıkan revizyonist tarihçiler bu geleneksel anlatıya yeni bir soluk getirdiler. Bu tarihçilere göre Osmanlı, “gerileyen” değil, “dönüşen” bir devletti. Kurumlar yeniden yapılandırılıyor, padişahın mutlak otoritesi azalıyor, bürokrasi genişliyor, ulema ve sadrazamlar daha aktif bir rol üstleniyordu. Yani padişahın otoritesinin azalması, devletin güç kaybettiği anlamına gelmemeli.
Bu dönemi bazı tarihçiler “sağlamlaştırma dönemi” olarak adlandırır: Bu minvalde Osmanlı artık fetihçi değil, kendi içinde güçlenmeye çalışan bir devletti. Tarihçi Baki Tezcan ise 1580–1826 arasını “İkinci İmparatorluk” olarak görür. Ona göre padişahın mutlak gücü, yerini kurumlar arası dengeye bırakmıştır. Bu dönemi “çöküş” yerine “modernleşmenin erken adımları” olarak görmek, Osmanlı’yı farklı bir gözle anlamamızı sağlar.
Avrupa’daki Askerî Devrim Tartışmaları
Peki Avrupa gerçekten bir askerî devrim yaşadı mı? Bu kavram, ilk kez 1955’te tarihçi Michael Roberts tarafından ortaya atıldı. Roberts’a göre 16. yüzyılda orduların yapısı kökten değişti: Artık askerler sadece savaş zamanı değil, barışta da maaşlı olarak hizmet veriyordu. Ateşli silahlarla beraber ortaya çıkan “yaylım ateşi” taktikleri, orduların koordinasyon ve disiplin anlayışını bambaşka bir seviyeye taşıdı.
Tüm Reklamları Kapat