Pekin: Diplomasiye girişim, mutfak tadı, kişisel dönüşüm ve Türk-Çin ilişkileri
Genç bir diplomat olarak gri sabahlarında adım attığım Pekin, bana sadece Çin’i değil, dünyayı ve kendimi de yeniden anlamayı öğretti. Sessizlikte saklı bilgiden sofradaki stratejiye, sanatın dönüşümünden jeopolitiğin nabzına kadar uzanan bu yolculuk Türkiye’nin Çin’e yaklaşımında da yeni bir perspektif sunuyor: Ezber değil, sezgi; refleks değil, stratejiyle...
Genç bir diplomat olarak gri sabahlarında adım attığım Pekin, bana sadece Çin’i değil, dünyayı ve kendimi de yeniden anlamayı öğretti. Sessizlikte saklı bilgiden sofradaki stratejiye, sanatın dönüşümünden jeopolitiğin nabzına kadar uzanan bu yolculuk Türkiye’nin Çin’e yaklaşımında da yeni bir perspektif sunuyor: Ezber değil, sezgi; refleks değil, stratejiyle...
Bazı şehirler sadece pasaportunuza bir damga vurur. Bazıları ise ömrünüze…
Benim için Pekin, ilk diplomatik görev yerim olmanın çok ötesinde; dünyaya bakışımı, kendimi tanıma biçimimi ve insanlarla kurduğum ilişkiyi temelden dönüştüren bir eşikti.
1989 yılının puslu bir Mayıs sabahında, Tiananmen henüz sessizken, çiçeği burnunda genç bir diplomat olarak adım attım bu gri şehre. Gökyüzü kadar sokaklar, sokaklar kadar yüzler de griydi. Ama işte tam da o gri fonun içinde, kendi renklerimi, kendi sesimi bulmaya başladım. Hayata bakışımı değiştirdi bu kent.
Sanlitun’un yasemin kokusu ve Çin’in sessizliği
Pekin’deki büyükelçiliğimizin bulunduğu Sanlitun semti, yasemin kokulu sokakları ve sakin ritmiyle benim ilk diplomasi okulum oldu. Komşu elçiliklerdeki Pakistanlı, İsviçreli, İranlı ve Japon diplomatların disiplinli çalışmaları arasında, Çin’in suskun anlatımını çözmeyi öğreniyordum. Mandarin dilinin her yeni karakteri, yalnızca bir kelime değil, yeni bir düşünce tarzıydı. Süratle öğrenmeye çalıştım.
Resmi raporlarımı China Daily, Xinhua ya da Renmin Ribao üzerinden değil, diplomatik camla ve Çinlilerle doğrudan temasla, bazen de Hong Kong merkezli South China Morning Post gibi muhalif kaynaklardan elde ettiğim ipuçlarıyla hazırlardım. Çünkü Çin’de esas bilgi, çoğu zaman söylenmeyende gizliydi. Çince bilmenin avantajları saymakla bitmez.
Bugün diplomatik masalarda duyduğum her cümle, bana Pekin’de öğrendiğim o ilk dersi yeniden hatırlatır: “Dinle. Ama söylenmeyeni duymaya çalış.”
Doğu’dan Batı’ya: Brugge aynasında Pekin
1991’de, Dışişleri’ndeki değerli büyüğüm rahmetli Tugay Özçeri’nin yönlendirmesiyle Brugge’daki College d’Europe’a, ardından da Paris’teki OECD Daimi Temsilciliği’ne geçtim. Çin’in sabırla yoğrulmuş derinliğini, Avrupa’nın eleştirel aklıyla harmanlayarak içselleştirdim.
Sonraki yıllarda IEA’de enerji diplomasisi, OECD’de yatırım politikaları, British Gas’ta ticari strateji, Invensys ve Global Resources’ta küresel yatırımlar, London Energy Club’da ise jeopolitik diyaloglar kurarken hep yanımda taşıdım Pekin’in dinginliğini ve sezgisini.
Gri Pekin’den neon Pekin’e
O yıllarda bisiklet deniziyle tanınan Pekin, bugün Tesla’ların sokaklarda süzüldüğü, yeşil gökdelenlerin gökyüzünü süslediği dev bir teknoloji ve ekonomi merkezine dönüştü.
Ve rakamlar bu dönüşümü gözler önüne seriyor:
• Pekin’in gayrisafi yurtiçi hasılası 18 trilyon doları aştı.
• Kişi başı gelir, Çin ortalamasının üç katına ulaştı.
• Şehirde 98 adet Fortune Global 500 şirketi faaliyet gösteriyor.
• Metro ağı 800 kilometreyi geçti.