TEMA'dan 2025'in doğa karnesi: Yüzde 26 daha az yağış, 81 bin hektar kül
TEMA'dan 2025'in doğa karnesi: Yüzde 26 daha az yağış, 81 bin hektar kül
2025 yılında, doğa üzerindeki baskının istisna değil, yeni normal haline geldiği, kuraklığın, yangınların, kirliliğin ve madencilik baskısının artık “olağan” kabul edildiği bir dönemden geçtik. TEMA Vakfı’nın 2025 çevre olaylarına ilişkin değerlendirmesi, geride bıraktığımız yılın yalnızca bir dökümünü sunmakla kalmıyor, aynı zamanda doğaya karşı sorumluluğun paylaşıldığında neleri değiştirebileceğimizi ve hangi noktalarda geri dönüşü zor olan risklerle karşı karşıya olduğumuzu görmemizi sağlıyor.
Değerlendirmeye göre, küresel iklim krizinin etkileri sertleşirken, Türkiye’de çevre ve iklim başlıklarında alınan kararlar, toprağı, ormanı, suyu ve yaşam alanlarını korumak yerine çoğu zaman bu baskıyı derinleştiren bir tablo ortaya koyuyor.
İnsan eliyle yaratılan bu çok katmanlı tahribat, doğayla kurduğumuz ilişkiyi yeniden düşünmeyi bir tercih olmaktan çıkarıp zorunluluk haline getiriyor.
2025’in çevre gündemi bize çok net bir şey söylüyor: Tehlike büyük, zaman dar. Ama umut, hâlâ insanın doğayla kuracağı ilişkinin nasıl olacağına dair verdiği kararlarda saklı.
TÜRKİYE SON 52 YILIN EN KURAK DÖNEMİNİ YAŞADI
İklim krizinin etkileri artık yalnızca bilimsel raporların satır aralarında değil, kuruyan toprakta, yanan ormanda, kirlenen suda ve yerinden edilen yaşam alanlarında karşımıza çıkıyor. Türkiye’nin son 52 yılın en kurak dönemini yaşaması, yağışların ülke genelinde yüzde 26 azalması, bazı bölgelerde bu kaybın yüzde 60’ları aşması tesadüf değil. Bu tablo, iklim krizinin geçici bir dalgalanma değil, kalıcı bir risk rejimi yarattığını açıkça ortaya koyuyor. Kuraklıkla eş zamanlı ilerleyen orman yangınları ise bu riskin en görünür yüzü konumunda. 2025’te yaklaşık 81 bin 500 hektar orman alanının yanması, başka bir ifadeyle Yalova’nın yüz ölçümünden daha büyük bir alanın küle dönmesi, yalnızca ekosistem kaybı değil, kamusal yönetim kapasitesinin de sorgulanması anlamına geliyor. Yangınlarda hayatını kaybeden orman emekçileri ise bu bedelin yalnızca doğa tarafından ödenmediğini acı biçimde hatırlatıyor.
2025 SADECE KAYIPLARLA ANILAN BİR YIL OLMADI
Ancak TEMA Vakfı’nın değerlendirmesi, 2025’i sadece kayıplarla anılan bir yıl olarak okumuyor. Aynı zamanda doğayı savunan yurttaşların, bilim insanlarının, gönüllülerin ve sivil toplumun etkili olduğu bir mücadele hattını da görünür kılıyor. Kanal İstanbul projesine ilişkin bilirkişi raporunun bilimsel yetersizlikleri açıkça ortaya koyması, Kuzey Ormanları’nda madencilik projelerinin iptal edilmesi, Sarıalan Altın Madeni’nde yargının doğa lehine verdiği kararlar hukukun ve bilimin hâlâ güçlü araçlar olabildiğini gösteren örneklerin başında geliyor.
Likya coğrafyasını tehdit eden otoyol projesinin ÇED kararının iptali, Gerede Çayı’ndaki kirliliğe karşı hukuki sürecin yeniden açılması, Tokat’tan Kırklareli’ne uzanan yaşam savunusu doğa mücadelesinin yerel olmaktan çıkıp kamusal bir sorumluluk alanına dönüştüğünü gösteriyor. Bu kazanımlar, “hiçbir şey değişmiyor” duygusuna karşı güçlü bir itiraz niteliği taşıyor.
UMUT VERİCİ TABLO ÜZERİNDE GÖLGELER
Ancak değerlendirmeye göre, bu umut verici tablo, aynı yıl içinde alınan bazı siyasi ve hukuki kararlarla ciddi biçimde gölgeleniyor. Türkiye’nin ilk İklim Kanunu’nun yürürlüğe girmesi, kâğıt üzerinde önemli bir adım gibi görünse de içeriği itibarıyla iklim krizinin gerektirdiği dönüşümü karşılamaktan uzak. Bağlayıcı emisyon azaltım hedeflerinin bulunmaması, fosil yakıtlardan çıkışa dair net bir yol haritası sunulmaması ve adil geçiş mekanizmalarının yer almaması, bu yasanın iklim krizini yönetmekten çok ertelediği yönündeki eleştirileri güçlendiriyor.
Benzer bir çelişki, Maden Kanunu’nda yapılan değişikliklerde de karşımıza çıkıyor. Ormanların, zeytinliklerin, tarım alanlarının ve korunan bölgelerin madencilik faaliyetlerine açılması doğayı bir varlık olarak değil, bir rezerv olarak gören anlayışın hâlâ baskın olduğunu gösteriyor. Değerlendirmeye göre, Akbelen’de zeytin ağaçlarının kesilmesi ve taşınması, yalnızca çevresel bir tahribat değil; kültürel hafızanın, yerel ekonominin ve yaşam biçimlerinin nasıl göz ardı edilebildiğinin simgesi haline geldi.
Marmara Denizi’nde müsilajın yeniden ortaya çıkması ise başka bir yapısal soruna işaret ediyor: Hatırlamamak. 2021’de yaşanan büyük krizden sonra hâlâ kalıcı, bütüncül ve bağlayıcı önlemlerin hayata geçirilememiş olması, çevre yönetiminde süreklilik sorununun altını çiziyor. Oysa iklim krizi, unutuldukça büyüyen; ertelendikçe ağırlaşan bir gerçeklik.
DOĞA İÇİN SORUMLULUK BİREYSEL DUYARLILIĞIN ÖTESİNE GEÇMEK ZORUNDA
TEMA Vakfı’nın 2025 değerlendirmesi, tüm bu başlıkları bir araya getirirken net bir çağrıda bulunuyor: Doğa için sorumluluk bireysel duyarlılığın ötesine geçmek zorunda.
Bilim temelli, katılımcı, şeffaf ve bütüncül çevre politikaları artık bir tercih değil, zorunluluk.
2025, bir eşik yılı olarak okunmalı. Bir yanda doğayı hâlâ sınırsız bir kaynak gibi gören eski alışkanlıklar, diğer yanda sorumluluğu paylaşan, hukuku ve bilimi rehber edinen yeni bir toplumsal bilinç. TEMA Vakfı’nın ortaya koyduğu tablo, bu ikinci yolun mümkün olduğunu gösteriyor.
Çünkü doğa beklemiyor. Ve artık kaybedecek vaktimiz yok.