Topun fileyi geçtiği anla tribünün nefesini tuttuğu o saniye arasında, aslında yüzlerce yıllık bir tarih gizli! Tenis dediğimiz şey bir spordan çok daha fazlası. Sabır, güç, ego ve stratejinin asırlardır aynı kortta kapıştığı büyük bir oyun. Haydi tenisin tarihi hakkında bilinmesi gerekenlere birlikte bakalım!
Topun fileyi geçtiği anla tribünün nefesini tuttuğu o saniye arasında, aslında yüzlerce yıllık bir tarih gizli! Tenis dediğimiz şey bir spordan çok daha fazlası. Sabır, güç, ego ve stratejinin asırlardır aynı kortta kapıştığı büyük bir oyun. Haydi tenisin tarihi hakkında bilinmesi gerekenlere birlikte bakalım!
İçeriğin Devamı Aşağıda
Reklam
Tenisin atası, manastır avlularında avuç içiyle oynanan bir oyundu.
Orta Çağ’da kuzey Fransa’da, kapalı avlularda topa önce elin içiyle vurularak oynanan 'Jeu De Paume' denilen bir oyun vardı. Zaten adı da buradan geliyor yani avuç içi oyunu. İlk başta raket falan yok ama bildiğin elin ve gururun var. Sonra zamanla eldiven, ardından tahta benzeri aparatlar ve en sonunda raketler devreye giriyor. İşin eğlenceli kısmı şu ki spor daha modern oldukça, aslında daha az zahmetsiz olmuyor. Sadece zahmeti daha estetik hale geliyor. Bu oyun saray çevrelerinde öyle popülerleşiyor ki tenis bir noktada spor olmaktan çok statü göstergesine dönüyor. Tenisin bugünkü kurallarının ve kültürünün önemli bir bölümü, bu erken dönem alışkanlıklardan miras kalmış aslında.
Tenis kelimesi, oyunun içinde söylenen bir uyarıdan doğdu.
Raketli oyuna geçildikçe tenis adı daha sık kullanılmaya başlıyor ve kelimenin kökeni, rakibe servis atarken söylenen bir uyarıya bağlanıyor. Yani ismin içinde bile hazır ol enerjisi var. Bu da tenisin neden bu kadar mental bir spor olduğunu açıklıyor gibi esasında. Çünkü tenis, sen daha topa vurmadan önce düşünmeye zorluyor. Rakibin ne yapacağını, rüzgarı, topun sekmesini, kendi sinirini aynı anda yönetebiliyorsun.
Çim saha tenisi, aslında teknolojik icatların yan ürünü olarak patladı.
Modern lawn tennis dediğimiz çim saha tenisinin yayılması, birkaç kritik icat olmadan zor olurdu. Mesela çimlerin düzgün kesilip sahaya dönüşmesi, çim biçme makinesinin yaygınlaşmasıyla pratikleşti. Topun çimde zıplaması ise ayrı meseleydi. Dış mekana uygun zıplayan toplar için kauçuğun işlenmesi gibi gelişmeler belirleyici oldu. Yani tenis, biraz da endüstri devriminin yan masasında doğan havalı bir karakter. Tenis bu noktadan sonra kapalı salon ve seçkin çevre çizgisinden çıkarak daha geniş kitlelere göz kırpmaya başladı.
1874’te bir adam, tenisi paketleyip satılabilir bir ürüne çevirdi.
Major Walter Clopton Wingfield, 1874’te sahada oynanan bu yeni çim tenis versiyonunu kural setiyle birlikte tanıttı. Hatta oyuna Sphairistikè gibi daha akademik duran bir isim de verdi, çünkü dönem böyle şeyleri seviyordu. Kuralların kitapçık halinde dolaşması, tenisin viral olmasının 19. yüzyıl versiyonu gibi düşünebilirsiniz. Dahası, ilk kort tasarımı bugün alıştığımız dikdörtgen değil, daha değişik bir forma sahipti. Sonradan kurallar ve saha ölçüleri evrildi ama başlangıçta oyun daha deneysel bir ruha sahipti. Wingfield’ın esas etkisi, tenisi herkesin kurabileceği bir şeye dönüştürmesiydi. Bugün set set, oyun oyun tartıştığımız her şeyin arkasında o ilk paketleme aklı var yani.
Wimbledon 1877’de, bir turnuvadan çok bir tamir bütçesi planıydı.
Wimbledon’ın ilk turnuvası 9 Temmuz 1877’de başladı ve bugün bildiğimiz efsanenin ilk sayfası o gün açıldı. İlk organizasyonun amacı kulübün ihtiyaçları için kaynak yaratmaktı. Turnuvada sadece erkekler tekler oynandı ve katılım sınırlıydı. Ama o küçük başlangıç, tenis tarihinde resmi turnuva fikrinin mihenk taşına dönüştü. Üstelik Wimbledon, zamanla çimde oynanan tek Grand Slam olarak ayrı bir kimlik kazandı.
İçeriğin Devamı Aşağıda
Reklam
Skorların 15-30-40 ilerlemesi, tenisin en eski garip ama vazgeçilmez mirası.
Teniste skor sayımı ilk bakışta mantıksız geliyor çünkü hayat 1-2-3 diye akarken tenis 15-30-40 diye gidiyor. Ama işin ilginci, bu sayım geleneği modern tenise öncül sayılan daha eski oyunlardan taşınmış bir alışkanlık. Wimbledon’ın ilk yıllarında kuralların belirlenmesi, skor sisteminin de yerleşmesini hızlandırdı. O dönem farklı kurumlar farklı kural setleri öneriyordu ve tenis biraz kural tartışmasıyla büyüdü. Yani tenis tarihi ölçülerin ve çizgilerin de tarihi bir nevi. Bugün bir puan kaybedince sinirlenmemizin sebebi de aslında yüzyıllık bir muhasebe sisteminin içinde yaşamamız.
Tenis 1923'te uluslararası bir otoriteye kavuşup tek dil konuşmaya başladı.
Farklı ülkelerde tenis oynanıyordu ama herkes aynı kurallarla oynamıyordu. 1 Mart 1913’te kurulan International Lawn Tennis Federation bu dağınıklığı toparlamak için önemli bir adım oldu. Başlangıçta 15 ülkenin üye olması, o dönem için ciddi bir uluslararası koordinasyon demekti. Böylece tenis, sınır geçince başka oyuna dönüşen bir şey olmaktan çıkmaya başladı. Kuralların standardizasyonu, turnuvaların ciddiyetini ve kıyaslanabilirliğini artırdı. Bu da yıldız oyuncu kavramını güçlendirdi çünkü artık herkes aynı oyunu oynuyordu. Bugün izlediğin büyük organizasyonların çoğunun altyapısında işte bu kurumsal birleşme mantığı yatıyor.
Tenis sadece elitlere aitken bile aslında kitle sporu olmaya hazırlanıyordu.
Tenis uzun süre sosyal sınıflarla çok iç içe anıldı ve bu algı hala tam olarak ortadan kalkmadı. Ama çim saha versiyonunun yayılması, kulüplerin artması ve kuralların standartlaşması, sporu daha geniş kitlelere açtı. İnsanlar tenisi izlemeyi sevdi zira oyun hem basit hem sonsuz kombinasyonlu. Tenis sessiz spor diye bilinse de aslında psikolojik olarak en gürültülü sporlardan biri. Çünkü her hata tek bir kişiye yazılır, saklanacak takım arkadaşın yoktur. Bu yüzden tenis tarihi, bireysel performans kültürünün de tarihi sayılır.
Profesyonelleşme, raketlerin ve bedenlerin de evrim geçirmesine yol açtı.
Tenis profesyonelleştikçe oyuncuların antrenman bilimi, ekipman tasarımı ve oyun stili baştan aşağı değişti. Eskinin daha ağır raketleri ve daha dokunuş odaklı oyunu, zamanla daha hızlı ve daha atletik bir oyuna evrildi. Tenis böylece fiziksel bir meydan okumaya dönüştü. Ekipman geliştiği için oyun kolaylaşmadı, tam tersine standart yükseldi. Herkes daha sert vurunca, savunma ve hız da aynı oranda büyüdü.
Tenisin asıl sırrı, tarihin her döneminde aynı kontrol illüzyonunu satmasında yatıyor.
Tenis tarih boyunca insanlara tek bir büyük vaat sundu. Sen kontrol edersen top da kontrol edilir. Oysa top rüzgarla sapar, zeminle zıplar, sinirle hızlanır ve bazen şansla düşer. Bu yüzden tenis, kontrol ile kabullenişin aynı anda yaşandığı bir alan. Manastır avlusunda da böyleydi, Wimbledon çiminde de böyle. Oyuncular değişti, raketler değişti, yayın teknolojisi değişti ama o iç savaş değişmedi. Tenisin en rekabetçi spor olarak görülmesinin nedeni, rakibinden önce kendi zihnini yenmen gerektiği gerçeği. Bu yüzden tenis tarihini bilmek, aslında insanın rekabetle kurduğu ilişkiyi bilmek demek aslında.
[
Keşfet ile ziyaret ettiğin tüm kategorileri tek akışta gör!
Test
Gündem
Magazin
Video
](https://onedio.com/kesfet)
Kendime popüler kültür ve televizyon dedektifi diyebilirim. Televizyon ve sinemanın mutfağında yer almayı da bir o kadar seviyorum. 2019 yılından bu yana da Onedio’da ilişkiler, teknoloji, müzik ve popüler kültür odaklı içerikler üretiyorum. Yazarken sadece bilgi aktarmaktan ziyade okuyucunun kalbine dokunacak bir his bırakmayı önemsiyorum.