Türkiye’nin arada kalışı: Üst kimliğimiz din mi, millet mi?
İnsanlık tarihi boyunca kimlik arayışı din ve millet ekseninde şekillenirken; Musevilik, Hristiyanlık ve İslamiyet bu dengeyi farklı biçimlerde kurdu. Türkiye ise ümmet anlayışı ile ulus kimliği arasında sıkışmış, laiklik ve vatandaşlık temelinde ortak bir aidiyet arayışını hâlâ sürdürüyor.
İnsanlık tarihi boyunca kimlik arayışı din ve millet ekseninde şekillenirken; Musevilik, Hristiyanlık ve İslamiyet bu dengeyi farklı biçimlerde kurdu. Türkiye ise ümmet anlayışı ile ulus kimliği arasında sıkışmış, laiklik ve vatandaşlık temelinde ortak bir aidiyet arayışını hâlâ sürdürüyor.
15 Mayıs 2025, 14:29 Güncelleme: 15 Mayıs 2025, 16:58
İnsanlık tarihi boyunca aidiyet duygusu iki temel sütun üzerine inşa edilmiştir: din ve millet. Bu iki unsurdan hangisinin üstün kimlik olduğu ise, inanç sistemlerine ve tarihsel deneyimlere göre değişiklik gösteriyor. Özellikle üç büyük semavi din olan Musevilik, Hristiyanlık ve İslamiyet, bu konuda çarpıcı farklılıklar sergiliyor. Bu farklılıklar yalnız bireyleri değil, aynı zamanda milletlerin karakterini ve devletlerin yönelimini de şekillendirdi.
Musevilik: Din ile milletin ayrılamazlığı
Yaklaşık 5.285 yıllık tarihiyle Musevilik, belki de din ile milleti birbirinden ayırmadan tanımlayan yegâne sistem. “Yahudi” ifadesi yalnızca bir inancı değil; bir halkı, bir soyu, bir tarihi ve bir milleti temsil eder. Din değiştirerek Yahudi olmak teknik olarak mümkün; ancak Yahudi halkının içine doğmak, çok daha derin bir kabul görüyor. Tevrat’ın “seçilmiş kavim” vurgusu, Museviliği hem dini hem de etnik bir kimlik haline getirir. Musevilikte din ve millet birbirinden ayrılmaz; biri diğerini kutsar.
Hristiyanlık: Ulusun ruhunu taşıyan din
Milattan sonra ilk yüzyılda doğan Hristiyanlık, başlangıçta sınırları aşan evrensel bir mesaj taşırken zamanla millî kimliklerle iç içe geçmiş bir hale geldi. Bugün bir Fransız, bir İngiliz ya da bir Rus için Hristiyanlık çoğu zaman bir ibadetten ziyade millî kimliğin kültürel bir uzantısı olarak görülür. Bir İngiliz, “Önce Hristiyanım sonra İngilizim” demez; “İngilizim—Anglikanım” diyerek milletin önceliğini ifade eder. Batı dünyasında Hristiyanlık çoğu zaman millete hizmet eden bir kutsallık düzeyine indirgendi.
İslam: Milleti aşan bir ümmet anlayışı
İslamiyet, 7. yüzyılda ortaya çıktığında, etnisite, sınıf veya kabile farkı gözetmeksizin herkesi eşitleyen evrensel bir mesaj sundu. İslam’da “ümmet” kavramı, millî kimliğin önüne geçen üst bir kimlik olarak kurgulandı. Hz. Muhammed’in, “Arap’ın Acem’e üstünlüğü yoktur” sözü, inanç temelli bir topluluğun etnik farklılıkların üstünde konumlandığını açıkça gösterir.
Bu anlayış tarih boyunca İslam toplumlarında millî kimliğin geri planda kalmasına neden olmuştur. Osmanlı’da insanlar “ümmet” kavramı içinde tanımlanırdı ve 19. yüzyıla kadar “Ben Türküm” demek hoş karşılanmazdı. İslam dünyasında genellikle “Önce Müslümanım, sonra Arap, Türk ya da Farsım” anlayışı egemen oldu.
